22 Aralık 2011 Perşembe

yüz görümlüğü

         "O zaman sana bir şey soracağım. Ama beni ayıplamayacaksın? Mehmet, başıyla ona istediği ayıplamama sözünü verdi. "Yüz görümlüğü için bir şey düşündün mü?" Yüz görümlüğü! Düşünmemişti. Mehmet aklında bir şeyler varmış, söylemek istemiyormuş gibi susunca Emine cevap beklemekten vazgeçti."

     Mehmet Eroğlu'nun Fay Kırığı romanını okurken alıntıladığım bu cümleler de bana, en az Emine kadar, yüz görümlüğünü düşündürdü.  Tabi acaba ne istemeli, ne almalı? diye kafamı yormadım. Ne demektir? Nasıl toplumsal ilişkiler bu geleneği sürdürmeye devam etmektedir? diye. Kadının takının pırıltısıyla aldatılması mıdır?, Yeni hayatı için bir hediye mi? Ama bir bedel bir tür potlaç gibi...
     Peki bu parıltısı, ışıltısı ve ederiyle göz kamaştıran bu takıları değiştirsek nasıl olur? Mesela  benim yüz görümü içi seçtiğim takılar...

 
Eleanor Bolton, 2010
Düğümlü bobinli halat

 
Eleanor Bolton, 2010
Gri bobinli halat
 


Zoe Robetson,
Get Flocked, 2009




Zoe Robetson,
Get Flocked, 2009


11 Aralık 2011 Pazar

Picasso to Koons

         NewYork Arts and Design müzesinde çok özel bir sergi başlamış ve hatta bitmek üzere... Haberimiz olmamış...  Picasso to Koons adlı bu sergi, isimlerini ezbere bildiğimiz 20. yüzyılın en iyi sanatçılarının çok az bilinen takılarından oluşuyor. Bir kuyumcu gibi üreten Pablo PicassoGeorges Braque, Max Ernst, Lucio FontanaJasper Johns, Robert Rauschenberg, Jeff Koons, Anish Kapoor vd. Bu çarpıcı eserler, asıl sanatsal üretimin bir parçası olarak yapılmamışlar. Sınırlı sayıdaki bu takılar daha çok aile fertlerine ya da arkadaşlarına hediye olarak düşünülmüş. Tabii herkes için ah keşke dedirtecek hediyeler...
      180 parçadan oluşan koleksiyonun ancak bir kısmını bulabilmek ne acı!

Salvador Dali, Ruby Lips,
 Broş, 1940'lar
Man Ray, La Jolie,
kolye, 1971
Andy Warhol, saat
Roy Lichtenstein,
pendant, 1965

Jeff Koons, Rabbit Kolye,
Platin



Pablo Picasso, Broş

5 Aralık 2011 Pazartesi

atölye (I)

    Pırıltısıyla gözleri kamaştıran, rüyalarımızı süsleyen takılar beyaz camın arkasından göz kırpıyor. Kapalıçarşı'yı gezerken elmasların, altının ve diğer değerli taşların davetine kayıtsız kalmak mümkün değil.  Ya da ben henüz tekamülümü tamamlayamadım. Kendimi bir anda mermerin ve ahşabın egemenliğindeki eski ama modifiye dükkanların içinde,  elimde vitrinden istediğim küpelerle bulabiliyorum. Satın almayı gerektirmeyen bir temas. Ustasının hikayesini izlemek için mülk sahibi olmak gereksiz. Anlık yaşadığım haz bile kocaman bitter çikolataya bedel benim için.
    Tüm bu şaşanın arkasına kafamızı uzattığımızda ise o parıltılı madenin arka bahçeşini görebilmek mümkün. Rutubet kokusunun sindiği florasan atölyelerin karanlık odalarında kucağında milyonluk takılarla uğraşan ince eller.Dökümhanelerde sıvı altına yan gözle bile bakmayan adam yakıcı sıcakla mücadele ediyor. Yanında ise belki de zanaatın son temsilcisi çırak dikkatle izliyor. Malum bir hata nelere sebep olabilir?   
    İki adımlık mesafeyle Nuruosmaniye'de sanki yüzyılın başına bir zaman yolculuğu. Tabii tüm bu haller son demlerini yaşıyor. El meği, göz nuru takılar yerini standartlara bırakıyor ve atölyeler dağılıyor.


Sofcu Han, Nuruosmaniye

  Tüm bu dönüşümün diğer ucunda takı tasarımcılarının atölyeleri var. Sürecin başından sonuna tek bir elin eseri olduğu yegane işlerin yapıldığı atölyeler. Benim gibi zanaatın meraklısı için açılan bir kapı: İki yıldır katılımcısı olduğum Şenay Akın atölyesi.
Farklı profesyonel alanlardan gelen herkes sadece elleriyle bir şeyler üretebilmenin hazzını yaşamak için tezgaha oturuyor. Dayanışmayla öğrenme süreci. Oldukça ciddiye alarak, sadece vakit öldürüyorum demeden zanaatın hakkını vermeye çalışıyor.


Şenay Akın Atölye


Bendeniz telle mücadele ederken...

En son gelen, Gülce'nin yüzüğü Füsun'un modelliğiyle

23 Kasım 2011 Çarşamba

canım, bir tanem, ciğerim

   Çok güzel oldu. Asıldı reklam panolarına bildiğimiz tüm güzel kelimeler, ortalık mis gibi. Anneme "canım" mesajımı yolladım; sevdiceğime "aşkım", "bebeğim" dedim, bir de tutamadım kendimi "ciğerim"i ekledim.





    Meğer herşey ne güzelmiş. Artık güneş pırıl pırıl parlıyor, hava ayrı güzel dünya barış içinde, sevgi sardı etrafımızı... Çok şükür bu günleri de gördük. Reklam yazarı kardeşler sayesinde dünyanın aslında nasıl da kardeşlik içinde olduğunu.  Mavi hapı seçmeye gerek yok, mavi ilanlar yeterli. (bkz. Harikalar Ülkesi)  Böylece soğuktan ölenleri, karnım aç diyenleri kolaylıkla unutabiliyoruz  Paylaşılan muhabbetler sansürlenirken işte bu sevginin zaferi diyebiliyoruz. Reklam olmayacağını bilsem videosunu da koyacağım ama daha da iyi anlayabilelim diye şarkının sözlerini yazayım dedim. Hem sık sık okuyarak da evrene mesaj göndermiş oluruz.




    Bu sevgili muhabbetleri beni oldukça duygusallaştırdı.  Ben de kalpli takılarımız olsun, bir de böyle yansıtabilelim bu coşkulu hali dedim.  
    Ancak gerçek şu ki, anlamını kaybetmiş kelimeler gibi kalp de sadece bir organdır. Lorena Lazard'ın anlatımıyla :


"her nabız" 2009
Makrome kordon, nikel ve gümüş

   
"inziva", kolye, 2009
gümüş, bakır, polimer kil


"Corazón Abierto", açık kalp, kolye 2010
gümüş, bakır, altın, mine


17 Kasım 2011 Perşembe

bozulmuş, kırılmış ve incinmiş

   Geçtiğimiz pazar günü her zamanki gibiydi. Herşey normal başlamıştı. Ta ki sabah mahmurluğuyla hazırladığım kahvemi alabilmek için sehpaya uzanıncaya kadar. Hafif bir ağrı sonra hızla gelen yoğunluk hissi ve tutuldum. Öyle belim iki büklüm kala kaldım. Oysa ters bir hareket yoktu, hızla birşeye de yüklenmemiştim. Ama farketmez sonuç ortada. Bedenim bozulmuştu. Neyse birkaç gündür yapılan iğneler ve kas gevşetici haplar ile acının yoğunluğu azaldı. Malesef bitti diyemiyorum.
    Tüm bu bel ağrısı süreciyle beraber düşünür oldum. Aslında ilk sağ elimin baş parmağını kestiğimde farkına varmıştım.Yine bir mutfak macerasında tam eklem yerinden yaptığım bu basit, önemsiz, saçma kesik bir anda tüm faaliyetlerimi engeller oldu. Yazı yazabilmek, birşeyleri tutabilmek. Benim gibi herşeyi sağ eliyle yapabilen bir insan için durma noktası. O geçti ve bu sefer belimin arızasıyla işlevsiz hale geldim.
   Oysa biz normalde etrafımızda böyle kırılmış, bozulmuş,  iş yapamaz hale gelmiş nesneleri barındırmayız. Son zamanların en moda deyişiyle "evin enerjisi bozulur" diyerek hemen çöpe yollarız. Ama ya bozulan bizsek.   
   Sadece nesneleri değil bozulduğuna inandığımız insanları da hemen uzaklaştırıyoruz çevremizden. Sadece bedensel değil, maddi ve manevi olarak incinmeler ya da şöyle demeli normali (o neyse artık) bozan herşey dışlamak için bir sebep olabiliyor. Kırılmış parçaları biraraya getirip tutkallamaya hiç sabrımız yok gibi. Hadi sabrettik diyelim bu sefer de hasarı, özrü görmek bizi mutsuz ediyor ve yine sonuç değişmiyor.
   Bazen kırık parçalar da güzel olabilir. Estetik tam olma, kusursuz olma değil birleştirilmiş olma halidir; neyin, nasıl birleştiği. Bizi biz yapanlar da yara izlerimiz, kırışıklıklarımız, ruhumuzdaki tamirat izleri değil mi?

Parçalarını birleştirdiğim kasem ve dağımış boncuk kolyem 
yine de güzeller

Kırık bacaklı oyuncak köpek.
Andrew Baseman koleksiyonundan

Bacağı yerine çivi yerleştirilmiş.


11 Kasım 2011 Cuma

TÜBİTAK

    
     TÜBİTAK "Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu" parçacık çarpıştırma deneyini başarıyla gerçekleştirdi. Yok yok yanlış anlamayın akademik bir yazıya başlamıyorum. Zaten fizik, kimya meselelerinden de hiç anlamam. Çok eğlenceli bir çizgi romanı yeni bitirdim ve hâlâ tesiri altındayım. Uykusuz dergisinden bildiğimiz Emrah Ablak'ın TÜBİTAK albümü çıktı. Bu sefer farklı. Daha evvel dergide yayınlanan işler derlenmişti. Şimdi ise "Saklı Düşman" adlı yepyeni bir macera ile karşımızda ve anlaşılan devamı gelecek. TÜBİTAK hakkında tek söz söyleyebilirim: "şahane"  
       Ankara'da mesclise komşu TÜBİTAK laboratuarlarında başlayan macera Başkale'ye, oradan Tebriz'e kadar uzanıyor. Kurumun müstahdemi, baş karakter Bayram ve sayın profesör Azmi Cankuş'un  aksiyon dolu kaçış macerası. Hikâyenin tadı tamağımda kaldı.  Profesör'ün dediği gibi: "Bugün burada sizlerle atacağımız ufak adımlar, umarım geleceğe koşan bir maratona dönüşür ve finiş çizgisi de yüksek medeniyet seviyesi olur"


   Mizah bu kadar eğlenceli birşeyken acaba onu takılara da taşıyabilmek mümkün olamaz mı? Olabiliyormuş. Bunun için biraz araştırma yapmam gerekti ve Rudee Tancharoen'ın işlerine rastladım. Birazcık Tim Burton'ın oyuncaklarının tadı olsa da Rudee içinden gelen sese cevap vermiş ve çok eğlenceli bir broş ve kolye yapmış. Özellikle broş favorim...


Broş, gümüş ve bakır iplik

"it is full moon tonight"
kolye , gümüş ve bakır iplik
     Bir de Rudee Tancharoen'in çizim defterine göz gezdirelim.





4 Kasım 2011 Cuma

just a perfect day

    Son günlerde o kadar herşey üstüste geliyor ki benim sözcüklerim kurudu. Sadece dinlemeye ihtiyacım var. Birazcık umutlanmaya... Bu sabah Lou Reed'den "just a perfect day" çalıyor kulaklarımda, teselli bulmaya çalışıyorum.


  

Just a perfect day. 
Drink sangria in the park
And then later
When it gets dark, we go home

Just a perfect day
Feed animals in the zoo
Then later
A movie, too, and then home

Oh, it's such a perfect day
I'm glad i spend it with you
Oh, such a perfect day
You just keep me hanging on
You just keep me hanging on

Just a perfect day
Problems all left alone
Weekenders on our own
It's such fun
Just a perfect day
You made me forget myself
I thought i was
Someone else, someone good

Oh, it's such a perfect day
I'm glad i spent it with you
Oh, such a perfect day
You just keep me hanging on
You just keep me hanging on


     Yine güzel şeyler olur değil mi? Herşey bu kadar üstüste gelirken bile... Neyse ki Daniel Kruger'ın renkleri biraz olsun avuntu veriyor. Mimoza zamanı daha gelmedi ama o sıcacık sarıyı takılarla sunuyor. Bekle bahar gelecek der gibi...  






Daniel Kruger, broş,
 

29 Ekim 2011 Cumartesi

dans gibi

   Yüzyılın başları. Herşey değişiyor ve dönüşüyor. Gelenekselliğin izleri yavaş yavaş görünmez oluyor. Kentler modernizmi selamlarken yeni hayat tarzı inşa ediliyor. Edebiyat, sinema, müzik ve dans katılığından sıyrılıyor. Kendi adıma tam da Paris'te Geceyarısı'nda Woody Allen'ın anlattığı gibi "keşke o zamanda yaşasaydım" dediğim zamanlar.
   Ve böyle bir dönemde bir kadın, heyecanlı dansçı bir kadın, Martha Graham. Klasik dansın snırlarını genişletmak arzusunda. Geçmişin kalıplarından sıyrılıp yeni bir stil, kareografi yaratmak istiyor. Dansın kelime dağarcını genişletiyor.  İnsan psikolojisini, cinselliği dansına dahil ediyor Toplumsal olaylara, politik konulara dansıyla tavır geliştiriyor. Bir nevi dansın alanını sahneden sokaklara genişletiyor.
   28 Ekim gecesi işte yüzyılımızın çığır açan kadınlarından Martha Graham'ın kurduğu dans topluluğunun gösterisi vardı. İş Sanat'ta yaş ortalaması hayli yükseklerde bir kalabalık Graham'ın eserlerini izlemeye gelmişti. Malesef asıl izlemesi gereken gençler o kadar az sayıdaydı ki.
 Üç gösteriden oluşan bir program, bir tür retrospektif gibi. İlk gösteri Chronicle (Tarihçe) dı ki bence en çarpıcı olandı. Neyse ki youtube'tan tekrar tekrar izlemek mümkün. İlk kez 1936 yılında sergilenmiş. Ancak günümüz için bile çok anlamlı. Chronicle, Avrupa'da ortaya çıkan faşizm tehlikesine karşı bir yakarış. Dansı oluşturan bölümler de oldukça manidar:
  İlk olarak "Felaket Öncesi Danslar"; sonra "Hortlak 191 ve Maskeli Oyun" ve en son "Felaket Sonrası Danslar- Sokaklara Karışma ve Trajik Tatil"



 

   Martha Graham bedeniyle böylesine insan hallerini anlatırken benim ellerim sadece yüzüğünü parmaklarında dans ettirebiliyor.  Ben de gümüş ve inciyi birarada kullanarak bir yüzük yaptım, dans etmeyi deneyen. O yüzden adına sadece "dans gibi" diyebiliyorum.
  

"dans gibi", yüzük

   Tezgahtan çıkan en son işlerden "dans gibi". Amatör bir çocuk gibi dans etmek istiyor işte

24 Ekim 2011 Pazartesi

sözün bittiği yer

  Önce bir gürültü ile uyandım sonra korkuç bir sarsıntı geldi. Nasıl olduğunu bilmeden kendimi koridorda koşmaya çalışırken buldum. Kucağımda kedim kardeşimi de almaya çalışıyorum. Hadi kaçalım dedim ama hala ne olduğunun farkında değildim.
 Şanslıydık, ne binamızın sağlam olup olmadığını biliyorduk ne de depremde ne yapmamız gerektiğini? Belki de sadece tesadüf 99 yılında bizim sağ kalmamızı sağlayan.
  Şimdi üstünden 12 yıl geçti. Deprem çantalarımız önce boşaldı sonra eskidi. Sonra beleğimizdeki detaylar silindi.
  Ama şimdi tekrar hatırlama zamanı. Van'da yaşanan deprem bizim acımız. Göçük altında kalan, canını kaybeden, sokakta korkuyla bekleyen kardeşimiz. Nasıl tek bir yürek olunacağını biliyoruz biz?  Sözün bittiği yerdeyiz. Artık sadece bir olmak var. Omuz vermek, yalnız değilsin demek...
  Bırakalım vicdanını paketleyip kaldıranların ağzından dökülsün kelimeler. Aynı dili konuşmuyoruz ki biz.


Jonathan Mathew Boyd
Broş, okside gümüş


21 Ekim 2011 Cuma

havadis II

    Bir süre önce bu sayfalara konuk olan Selda Okutan'dan yeni bir haber geldi. Artık şehrimiz yeni bir takı galerisine daha kavuşuyor. Böylece çok sevdiğimiz takı sanatçılarının eserleri ile kucaklaşacak yeni bir mekân daha olacak. Galeri  22 Ekim'de açılıyor. Yer sanatın kalbi Tophane. Bence bu semt için önemli bir eksiklik tamamlanmış olacak.

   Peki açılışta kimlerin çalışmalaraını görebilmek, dokunabilmek, takabilmek ve tabii alabilmek mümkün? Şenay Akın, Özlem Tuna, Burcu Büyükünal, Arman Süciyan, Burcu Büyükünal, Selen Özus ve tabi Selda Okutan. Eminim galerinin açılışında tüm bu sanatçıların yep yeni çalışmalarını göreceğiz - ki bu beni çok heyecanlandırıyor- . Sergiyi görmeden önce benden size hediye, küçük bir kolaj olsun.

Selda Okutan Gallery
Kemankeş Mah. Ali Paşa Değirmeni Sokak. No:10/A
TOPHANE

17 Ekim 2011 Pazartesi

havalar nasıl olursa olsun...

  Çok soğuk... Birden bire bastıran kış havasına bedenim "yaz, yaz" diye bağırıyor. Etrafı saran puslu havayı, siyahları, koyuları reddediyor.
  Daha hırkalara bile alışamamışken bu kabanlar, montlar nereden çıktı? Nerede merserize ruzgârı? Pastırma yazı gelmeyecek mi?
  Aman boş ver dişlerimiz birbirine vursa da biz rengimizi kaçırmayalım. Üst üste olsa da giyelim tiril tirillerimizi. Havalar nasıl olursa olsun bizim havamız güzel olsun da.

"Yağmurlu Gün", kolye
    Selena Chen'den hava durumuna göre kolyeler. Şayet kötü bir moddaysan ve yalnız kalmak istiyorsan "Yağmurlu Gün" adlı bu kolye sana göre.
  Ama bazen olur ya hayat yoluna girer. Aşk kırpıntıları kalbinize serpilir, suratındaki tebessümü saklayamazsın, bulutların arasından güneşin ışıkları uzamaya başlar. Ah ne güzel zamanlardır onlar... Gün".
"Sevimli Gün", Kolye


   Yağmur biter toprağın kokusu etrafı yayılır."Gökkuşağı" gökyüzünü kaplar rengarenk. İşte sonsuz mutluluk...
"Gökkuşağı", kolye



11 Ekim 2011 Salı

tanık

  Çok yazık... Çok yazık, diyoruz tam sekiz yıldır. Her yıl davaya dair bir aşama daha okuyarak, vah vah'lanıyoruz. Ama nedenlerinin ve nasıllarını sorgulamadan yine ve her zamanki gibi unutuyoruz. N.Ç'nin hislerini, kafasından geçenleri düşündükçe tüylerim dikan diken oluyor. Onun yıllardır sırtında taşıdığı yükü bırak haffifletmeyi daha da artırmaya çalıştıkça biz.
  Yine utanç davasına dair bir gelişme oldu. Meğer 2003 yılında Mardin'de 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenler, onu akıl almaz bir şekilde ilişkiye zorlayanlar ,"iyi hal" içindelermiş. Öyle ki toplumun kurulu köşelerinde kurum kurum oturan bu zümrenin, (23 kişi) yaptıklarından ötürü yakalarına bir kırmızı kurdele takılmadığı kaldı.
   N.Ç.'nin 13 yaşında olduğunu, bir çocuk olduğunu unutan sayın sayın erkek başsavcı "biliyordu ne yaptığını" buyurmuş. Böylece cezalar bir kat daha azaltılabilmiş.  "İffetsiz" çocuk N.Ç, ayartmış muhakkak çevresinde gördüğü asker abisini, polis abisini, öğretmen amcasını, manav dedesini ve diğerlerini. Acaba bir çocuğa iffetsiz kelimesini nasıl yakıştırabilmiş sayın erkek başsavcı?
   Annem zamanında derdi ve ben çocuk çocuk sinirlenirdim. "Kızım sana değil çevreye güvenmiyorum" diye. Anlamsız bulurdum, bu lafları. Özgürlüğümü elimden almanın mazereti diye düşünürdüm. Ama şimdi hadi buyrun bakalım, güvenin etrafınıza. Bir çocuğa tecavüz edenler birer yıl hapis alsınlar, onu yargılayan erkek hakim çocuğu suçlu bulsun ve siz hala bu topluma güvenin...


"witness"
tanık, yüzük


 Biz saralım çocuklarımızı ipeklere, pamuklara; gözümüzden sakınalım, cam fanuslarda yaşatalım... İnci tanesi gibi saklayalım, kollayalım... Ama yine de kötülük cezasız kaldığı sürece, kötüler bırak yargılanmayı onurlandırıldığı sürece yaşananlara tanıklığımız devam edecek.



*Mary Donald, plastik, cam, inci, altın gibi malzemeleri kullanarak yapılan gümüş yüzük

7 Ekim 2011 Cuma

postacı

   Geçen akşam elinde cd ile Funda geldi. Bunu sen çok seversin dedi. Arada bir yaptığımız dertleşme gecelerinden biri. Şaraplarımızı kadahlere doldurduk ve o sırada cd çalmaya başladı. Çok uzaklardan tanıdık bir ezgi.
    İzlediğim sırada ne kadar etkilenmiştim. Ne kadar içimi ısıtmıştı naif Mario'nun aşkı. "Postacı" ya da "Il Postino" filminin albÜmünü getirmiş arkadaşım. Her şarkı bana yavaş yavaş filmi hatırlattı. Baştan sona tekrar izlemiş gibi hissettim.
  Küçük bir adada yaşayan Postacı Mario, Beatrice'e aşıktır ve bu sevgili onun için o kadar ulaşılmazdır ki. Aynı adada sürgün hayatı yaşayan şair Pablo Neruda'dan yardım ister. Neruda Mario'ya sözcüklerin gizemini öğretir ve böylece Mario duygularını Beatrice'in kalbine ulaştırmayı başarır. 
   Neruda'nın şiirleri güz rüzgarı gibi sarar sizi.  Sabah  adlı şiirinde şöyle seslenir,

     Çıplak, sen ellerinden biri gibi basitsin,
düz, toprağa benzer, küçük, saydam, yuvarlak:
ay-çizgilerin ve elma-patikaların var:
çıplak, ince uzunsun çıplak bir buğday tanesi kadar.

Çıplak, bir Küba gecesi kadar mavisin;
saçlarında sarmaşıklar ve yıldızlar var;
çıplak, sen geniş ve sarısın
Bir altın kilisede yaz kadar.

Çıplak, tırnaklarından biri gibi ufacıksın—
eğik, kurnaz, gül renkli, gün doğuncaya
ve sen yeraltı dünyasına çekilinceye kadar,

Sanki uzun bir tünele düşmüş gibi, elbiseler ve angaryalar:
aydınlık ışığın söner, giyinir – yapraklarını döker—
ve çıplak bir el olur tekrar.


  Zerger'in minik güvercini kanatlansa, ayağına takılı mektubu bize ulaştırsa, içinde şiir olsa...
 
yüzük, postacı güvercin


2 Ekim 2011 Pazar

yaka-lama

     Çok zaman oldu. Siyah önlüğün üstüne beyaz yaka takılan günlerden bu yana. Ne siyah önlükler kaldı ne de yeni kolalanmış dantel yakalar. Kiminkisi daha büyük, daha beyaz gibi telaşlar. Neyse ki moda endüstrisi yakaları ya da yakaya benzer takıları tekrar gündeme getirdi de biz de anıları tazeledik.    
    Çeşitli tasarımcılardan farklı tatta örnekler. Kumaşlar ve değerli taşlarla bezeli olanların yanında metal zincirler, kurdeleler, örgüler.
   Birinci sıra soldan sağa Aurelie Biderman, Emporio Armani. İkinci sıra Akong; üçüncü sıra Lizzie Fortuna. Ve tabii Mr. Dannijo'nun yakaları. The Man Repeller kızlarının katkılarıyla.