28 Mart 2012 Çarşamba

kalan

İki güzel kadın bir yazıda buluşursa sözü bırakmalı, dinlemeli...

"Leyla Erbil'in Kalan'ından Kalanlar    Kalan, kaldığı kadarıyla İstanbul, hukuksuzluk, faili meçhul olanlar, annelik, ablalık, erkeklik, babalık, üvey babalık, aynalı pasaj, Mangano, Monroe ve "İyiyle kötüye karar vermiş otoritenin yarattığı kahraman gölgeleri".
Büşra Ersanlı, BİA Haber Merkezi
23 Mart 2012, Cuma

Hayalimi genişletti, hafızamı güçlendirdi bu kitap. İnsan hafızasındaki bakiye, koşullara göre değişiyor. Kalan'dan esinlenmek....
1971-72 akademik yılında, Boğaziçi Üniversitesi Robert Kolej adını bıraktığında, ben de orada Kimya Mühendisliği (!) Bölümünde öğrenci olduğumda Leyla Erbil'in Bir Tuhaf Kadın adlı kitabını orta kantinde okumuştum, "bir tuhaf roman" diye diye.
Cinselliği abarttığını düşünmüştüm o zaman. Ama aklımda da kaldı, özgün bir anlatım.
"Kalan"da ise sadece aklımda kalanlar canlanmadı, kalmayanlar da çıktı birer birer.
Anlatım "çoğul iç"in (inner plural) anlatımı; çoğul anımsama, çoğul hatırlatma yollu bir öz "sökülmesi". İmla kurallarına uymayan ya da farklı kural yaratan, düz yazı, blok yazı, şiir görüntülü sıçramalı yazı, ve italikli yüzleşme...
Bu italikli kısımların bazısı aşırı "gerçekçi" bir sıkıcılık duygusu da verdi yer yer.
Ama çok enstrumanlı, çok melodili veya çok melodisiz caz (!) eden bir caz (Hilmi Yavuz olsa hemen "hicaz" derdi. Kimbilir hangi derinliklerdedir Hilmi'nin zihni).
Neyse, hummalı bir hafıza yoklaması yaptırtıyor Leyla Erbil; etkilenmemek elde değil.
Düzen arayışı hiç yok; özgürlük arayışı var ama gücünü yitirmiş, italik müdahaleleri bunu vurguluyor.
Annemi çok özletti annesini ayrıntılı anlattığı sayfalar.
İlkokulda Arnavutköy'deydik, ev sahibemiz Sultana Hürmüz, oğlu Lambo (Haralambos) yaşıtımdı, bir de az küçüğü Niça (Eleni) vardı. Üç dört yıl birlikteydik ve çok yakındık.
Bir Sultana daha vardı -komşu o da- anneme yardım etmeye geliyordu; yoksuldu ve yastaydı, simsiyah giyinirdi.
"Nasılsın" dendiğinde daima," iyi diyelim, iyi olalım," cevabını vermeyi ondan öğrendim ve hala kullanıyorum.
Yan karşımızda üç katlı kocaman beyaz ahşap ev vardı. Ön cephemiz Eğlence Sokaktı; artık böyle güzel sokak adlarına pek rastlamıyorum.
Yan komşumuz Madam Mari, ağabeyi  "zengin" bir Ermeni esnaf. Yeğeni Bedi Ziver, sonra kimya laboratuarında hocam oldu, Boğaziçi üniversitesinde.
Ömrümde ilk kez gördüğüm parlak kırmızı, mavi, yeşil, sarı yaldızla kaplı sopalı şemsiye çikolataları bana Madam Mari verirdi.
Çok zengin olduklarını sanıyordum ama bu halleri 6-7 Eylül tahribatından sonra toparlanmış halleriymiş.
Daha sonra evlerinde büyük bir yangın çıktı, alevleri bizim eve sıçradı, camımız bile patladı. Madam Mariler evlerini çok zor onardılar. O sıralarda anneme anlattıklarından 6-7 Eylül hakkında bilgilendim biraz,
1959-60 olmalı, üçüncü sınıftaydım. Onlar taşındılar. Büyüdüğümde Tünel'de arayıp buldum evlerini, ama artık yoktular, bir tek Bedi Ziver vardı.
1962 yılında Bebeğe taşındığımızda tramvayla Robert Kolej'e gidip gelirken "vatandaş Türkçe konuş" lafını ilk kez duydum. Tramvayda Rum komşularımız vardı, utandım.
Milliyetçiliği 1964 yılındaki "ya taksim, ya ölüm!" mitinginin konuşmaları ile anlar gibi oldum. Aslında şirretliği sezdim sadece.
Bir yandan da derhal Makarios karikatürü yaptım. Uzun beyaz donla "evreka, evreka" diye adada tur atarken. İlk ve son karikatürüm Kıbrıs'a aitmiş!
16 yaşındaydım, arkadaşlarımdan biri aniden hastalandı. Alin Melikyan Bebek'teki evimize gelip giderdi. Uzun boylu, iri yarı, parlak siyah düz uzun saçlı, küt kahküllü hoş bir kızdı.
Hastalanınca Harbiye'deki evine gittim ziyarete. Annesi doktordu. Alin yatakta yatıyordu, kan kanseriymiş. Bir ay içinde öldü. Çok ama çok üzüldüm.
Üç Horon Kilisesini öyle tanıdım, beyaz tül örtülü cenazenin başında ağlarken.
Robert Kolej'e girdiğimden beri, yani 12 yaşımdan beri Yahudi öğrencilerle beraberdim. Eylül - Ekim aylarındaki oruç bayramlarında (Yom Kippur) okul tatil olurdu, ordan biliyorum.
Aileleri ve kendileri ile yakınlaşmam 17-18 yaşlarımda lisedeyken oldu.
Şeyla Benhabib en yakın arkadaşlarımdandı, evlerinde kalırdım, Teşvikiye bana farklı gelirdi; tam anlamıyla Boğaz balık havasındaydım.
Yıllar sonra kolej yıllığına baktığımda bizim sınıftaki 75 öğrencinin 25'inin Yahudi olduğunu gördüm.
Kürtler hep "bizdendi", adı, dili gizli! Hepsiyle birlikte var oldum. "'Onlar' ötekiler! Bizim ötekilerimiz. Ötekilerin bizi kimdir? " (s. 171) Onur, adalet, eşitlik başlıca değerlerim oluyordu.
Marksist yetişkinlik başlamıştı.
Kalan  bunlar değil sadece, Kalan  (kaldığı kadarıyla) İstanbul, Kalan hukuksuzluk, Kalan faili meçhul olanlar, Kalan  annelik, ablalık, erkeklik, babalık, üvey babalık,

Kalan aynalı pasaj, Kalan kesilip erkek kardeşe çorba yapılan tavuk İshak,  Kalan Silvana Mangano, Marilyn Monroe ve Kalan "İyiyle kötüye karar vermiş otoritenin yarattığı kahraman gölgeleri" (s 51)

***


Son verilen mektuplar beklemeden gelmiş. Fransa, Yunanistan ve İtalya mektupları bir haftada ulaşmış ama aralarında iki haftalık İstanbullar da vardı.
Pazar günü yazıyorum, sakin oluyor Pazarları, demir mazgal pek açılıp kapanmıyor. Ancak kantin malzemelerini Pazartesi aldığımızdan bazı şeyler de bitmiş oluyor.
Alıştım bu duruma, sigarayı ve kahveyi ona göre ayarlıyorum... (BE/BA)"

* Leyla Erbil, Kalan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ekim 2011, 252 sayfa



"mavi ay"
Maria Rosa Franzin,
2009


17 Mart 2012 Cumartesi

pötikare zamanlar




"Mutfakta çayın sesi demlenir
Sabah, benim sesimde sonbahar
Senin sesinde bir çocuk
Ev mutludur halinden, pötikarelenir."

        Birhan Keskin'in ne güzel bir şiiridir "Evin Halleri". Evin ıssız halini, içerlek halini, dağınık halini anlatır ama ben en çok evin pötikareli halini severim.
       Pötikare içi reçel dolu bir kavanozu çağrıştırır. Anaokulu önlüğüm gelir sonra aklıma. Ya da annemin evde yaptığı yoğurdu mayalansın diye sardığı mavi sofra bezi. Ama en çok kırmızı pötikare yastıkları hatırlıyorum. Beyaz kireçli duvarlara nasıl yakışırdı. Buz gibi rengi sıcacık yapardı. Zaten dokunduğu her yeri ısıtmaz mı?
      
      
mini elbise küpeler

   Pötikare küpeler.
   Eski kavanozlardan, teneke kutulardan kesilerek yapılmış, çok özel bir çalışmanın ürünü. Shixie takma ismiyle ETSY'de satılıyor. Yıllarca evin köşesinde beklemiş, kenara atılmış her türlü metali takılarda kullanmış.
   Fena mı olurdu vita yağ tenekesinden küpeler? Gerçi sardunyanın daha güzel gözüktüğü başka bir yer var mıdır?





kırmızı ev kolye , kalay

5 Mart 2012 Pazartesi

nefes

  Çok zaman geçmiş... Etraf toz içinde kalmış. Camları açalım da biraz hava girsin. Yavaş yavaş eşyaların üstündeki beyaz örtüleri de kaldıralım... Neyse ki her şey eskisi gibi. Nasıl yalan bir laf. Hiç bir zaman hiç bir şey eskisi gibi kalmaz. Sen eskisi gibi misin? Bırak on gün önceki seni bir gün önceki sen aynı mı?  Değil ama zaten şimdi bunu konuşmanın sırası da değil.
  Hazır gökyüzünde kara bulutlar aralanmışken yaşamdan güzel şeyler bulup çıkarmayı deneyelim. Bir nefes alalım.
  "Nefes"
   Ciğerleri acıtacak kadar derin, taze, hafif nefes.
   Hayata tutunmayı sağlayan. İlk alışta bir bebeği şaşkına çeviren nefes.
   Hiç nefes almayı unutmazsın ama aslında nefes aldığını unutursun.
   Farkındalık. Önce bir derin nefes alalım ve sonra tutup yavaşça verelim. Tekrar. Her zaman yaptığımız gibi değil. Fark ederek, hissederek.Bunu bir kaç defa yapınca nasıl bir hafiflik sarıyor tüm bedeni. Akış, ayaklardan başlıyor ve dalga dalga dizlere, karın boşluğuna, kalbin arakasına uzanıyor.  Ve her seferinde yenileniyor, güçleniyorsun. Çevreden gelen her şeye karşı daha ısrarlı, daha güçlü...
  Dur ve bekle! Hissediyor musun? Şimdi nefes al, gülümse...
Lin Cheung,
Hidden Value, 2006

Lin Cheung,
Breath/e 2006



Lin Cheung,
by heart, 2005