Çiçekli duvar kağıdının sararmış desenlerinin üstüne yerleştirilmiş duvar saatleri. Rakamların arasında koşturan akrep ve yelkovan. Ve bir sonraki eğlence için saat başını bekleyen guguklu saatler.
En son ne zaman guguklu saatin çalışını duydum, hatırlamıyorum.
Meşenin arasına yerleştirilmiş varaklı aksamıyla boyuma gelen dolaplı saat-ki yaşı benden büyüktür- köşesinde tüm haşmetiyle olanları izliyor gibi.
Tam karşımda rafta ise balerin edasında dönen masa saatleri bekliyor.
Komşumuzun evinde gördüğüm, -sanırım İtalya seyahatleri sırasında almışlardı- fanus içine gizlenmiş güzelliğini izlemeye bayıldığım saatten bizim de olsun çok istemiştim. Şimdi ilk günkü parlaklığıyla bekleyen onlarcasına bakıyorum.
Hepsinin sahibi ayrı, hepsi bırakılmış. Kim bilir nerede, hangi hayattalar?
İnsan saatini neden bırakır? Saatini bırakırken yanında başka neler de bırakmak ister?
Saatçinin "buyrun" deyişiyle tüm düşüncelerden sıyrılıyorum.
Cebimde bekleyen zamanın plastikliğinden utanarak "pil taktırmak istiyorum" diyorum. Ne kadar?